Header Ads

Header ADS

"BİRCİLİK VE İKİCİLİK"


Bizi, "istemi ikici [bir anlayışla -ç.] yorumlamakla" suçlayan P. Kievski şöyle yazıyor: 
"Enternasyonal birci eylemin yerine ikici propaganda konmuştur." 

Bu çok marksist ve materyalist gibi görünüyor: birci eylemle "ikici" propagandanın zıtlığı. Ne var ki, daha yakından bir inceleme, bunun, Dühring'in "birciliği" gibi, sözde kalmış bir "bircilik" olduğunu gösteriyor. Dühring'in "bircilik"ini gözler önüne sererken Engels: "Eğer bir kundura fırçasını memeli hayvanlar birliğine katsam, bundan ötürü onun memeleri çıkmaz."[16*] diyordu. 

Bu, ancak nesnel gerçeklik açısından bir birlik oluşturan şeylerin, niteliklerin, görüngülerin ve eylemlerin, "birlik" olarak ilân edilebileceğini ifade eder. Yazarımızın görmezlikten geldiği şey de bu "ayrıntı"dır! 

Bizim "ikici" olduğumuzu düşünüyor. Neden? Çünkü bizim her şeyden önce, ezilen ulusların işçileri için istediğimiz şey —bu yalnizca ulusal sorunda sözkonusu— ezen ulusların işçileri için istediğimiz şeyden farklılık gösteriyor.

P. Kievski'nin "bircilik"inin, Dühring'inkiyle aynı olup olmadığını saptamak için, nesnel gerçeklikleri inceleyelim.
Ulusal sorun açısından, ezen ve ezilen uluslar işçilerinin fiili koşulu aynı mıdır? 
Hayır, aynı değildir. 

(1) Ekonomik bakımdan farklılık şudur: Ezen ulusların işçi sınıfı içindeki kesimler, bu uluslar burjuvazisinin, ezilen uluslar işçilerini fazladan sömürü yoluyla elde ettikleri aşırıkârdan (superprofits) kırıntılar alırlar. Bundan başka, ekonomik istatistikler, ezilen uluslara bakışla, burada işçilerin daha geniş bir yüzdesinin "kağıttan patron" ("straw bosses") haline geldiğini, daha geniş bir yüzdesinin işçi aristokrasisine yükseldiğini gösteriyor.[17*] Bu bir gerçek. Ezen ulusların işçileri, ezilen ulusların işçilerini (ve halk yığınlarını) yağmalayan kendi burjuvazilerinin, belli bir ölçüde ortağıdırlar. 

(2) Siyasal bakımdan farklılık şudur: Ezilen ulusların işçilerine bakışla, ezen ulusların işçileri, siyasal yaşamın birçok cephesinde ayrıcalığı olan yerler tutarlar. 

(3) İdeolojik olarak ya da manen farklılık şudur: Ezen ulusların işçilerine okulda ve yaşamda, ezilen uluslar işçilerine tepeden bakmaları, onları küçük görmeleri öğretilir. Örneğin bu, Büyük-Ruslar arasında doğmuş, ya da onlar arasında yaşamış her Büyük-Rus'ta görülmektedir. 

Demek ki, bireylerin istek ve bilinçlerinden bağımsız olan nesnel dünyada, nesnel gerçeklikte, yani "ikicilik"te, her bakımdan farklılıklar vardır. 

Böyle olduğuna göre, P. Kievski'nin "Enternasyonalin birci eylem" savına nasıl itibar edebiliriz? 
Bu sav, kof, tantanalı bir sözdür, daha başka bir şey değil. 

Gerçek yaşamda Enternasyonal, ezen ve ezilen uluslara bölünmüş işçilerden oluşmaktadır. Eğer Enternasyonalin eylemi birci olacaksa propagandası her ikisi için aynı olmamalıdır. Sorunu, gerçek "bircilik"in (dühringci bircilik değil), marksist materyalizmin ışığı altında, böyle görmemiz gerekir. 

Örnek mi? (İki yılı aşkın bir süre önce yasal basında) Norveç örneğini verdik. Kimse buna karşı çıkmadı. Yaşamdan alınan bu somut olayda, Norveçli ve İsveçli işçilerin eylemi"birci" idi, birleşikti, enternasyonalistti; çünkü İsveçli işçiler, Norveç'in ayrılığını koşulsuz olarak desteklemişler, buna karşılık Norveçli işçiler, ayrılma sorununu yalnızca bazı koşullarçerçevesinde ortaya atmışlardı. İsveçli işçiler, Norveç'in ayrılmasını koşulsuz olarakdesteklemeselerdi, şovenist olurlardı, Norveç'i kuvvet zoruyla, savaşla "elde tutmaya" çalışan şovenist İsveçli toprak sahiplerinin suç ortağı olurlardı. Norveçli işçiler ayrılma sorununu bazı koşullara bağlı olarak, yani Sosyal-Demokrat Parti üyelerinin bile ayrılığa karşı propaganda yapma ve karşıt oy kullanmalarına izin vererek ortaya atmasalardı,entemasyonalist görevlerini yerine getirmemiş olurlar, dar, burjuva Norveç ulusalcılığına gömülürlerdi. Niçin? Çünkü ayrılma proletarya tarafından değil, burjuvazi tarafından yürütülmüştü. Çünkü Norveç burjuvazisi (bütün ötekiler gibi) kendi işçileriyle "yabancı" bir ülke arasında her zaman ayrılık sokmaya çalışır. Çünkü sınıf bilinci taşıyan işçiler için (kendi kaderini tayin hakkı dahil) her türlü demokratik istem, sosyalizmin yüce çıkarları karşısında ikinci derecededir. Örneğin, eğer Norveç'in İsveç'ten ayrılışı, Britanya'yla Almanya arasında bir savaş olasılığına yolaçsaydı ya da kesinlikle böyle bir durum yaratsaydı, Norveçli işçilerin, salt bu nedenle ayrılmaya karşı durmaları gerekirdi. İsveçli işçiler, Norveç'in ayrılma özgürlüğü için İsveç hükümetine karşı, ancak sistemli, tutarlı ve sürekli bir savaşım vermeleri koşuluyla sosyalistliğe ihanet etmiş olmaksızın, ayrılmaya karşı propaganda yürütme hakkına sahiptiler. Aksi takdirde Norveçli işçiler, İsveçli işçilerin öğütlerini özden saymazlardı, sayamazlardı. 

Kendi kaderini tayin hakkına karşı olanların derdi, gerçek yaşama ait tek bir olayı bile sonuna kadar tahlil etmekten korkarak, cansız soyutlamalarla yetinmeleridir. Yalnızca askeri ve stratejik koşulların belli bir biçimde birleşmesi halinde yeni bir Polonya devletinin şimdi"gerçekleştirilebileceği"ne ilişkin tezlerimizde öne sürdüğümüz somut ifadeye[18*] ne Polonyalılar ne P. Kievski karşı çıkmıştır. Bizim haklı olduğumuzu gösteren bu sessiz itirafın sonuçları üzerindeyse kimse kafa yormak istememiştir. o sessiz itirafı izleyen şey, apaçık ortada olduğu üzere, şudur: eğer enternasyonalist propaganda hem Polonyalıları hem Rusları "birci bir eylem" doğrultusunda eğitecekse, her iki ulus için de aynı propaganda olamaz. Büyük Rus (ve Alman) işçinin koşulsuz görevi, Polonya'nın ayrılma özgürlüğünde ısrar etmektir; aksi takdirde o işçi gerçekte, Nikola II'nin ya da Hindenburg'un uşağı olur. Polonyalı işçi de ayrılma hakkında ancak bazı koşullar çerçevesinde ısrar edebilir; çünkü (Fracy'nin[28] yaptığı gibi) emperyalist şu ya da bu burjuvazi-zaferi üzerine hesaplar yapmak (speculate), o emperyalist burjuvazinin uşağı olmakla birdir. Enternasyonalin "birci eylemi"nin önkoşulu olan bu farkı anlayamamak, Moskova yakınlarındaki çarlık ordusuna karşı "birci eylem"in neden, devrimci güçlerin, örneğin Nijni-Novgorod'dan batıya ve Smolensk'ten doğuya yürümeleri gerektirdiğini anlayamamakla, aşağı-yukarı birdir.

*

İkincisi, Dühring birciliğinin yeni temsilcisi, toplumsal devrim olasılığına karşı, bizi, "Enternasyonalin çeşitli ulusal kesimlerini en yakın bir örgüt birliği içinde birleştirme" çabası göstermemekle suçluyor. 

Sosyalizmde, diye yazıyor P. Kievski, devletin varlığı sona ereceğine göre, kendi kaderini tayin hakkı gereksiz hale gelir.

Bu bize karşı bir sav olsun diye öne sürülüyor. Ne var ki tezlerimizde, birinci bölümün son üçsatırında, "demokrasinin de bir devlet şekli olduğunu ve devlet ortadan kalktığı zaman, onun da var olmaktan çıkmak zorunda bulunduğunu" açıkça ve kesinlikle belirttik. Yazısının (birinci bölümünde) r maddesinde, —kuşkusuz bizi çürütmek için— sayfalar boyunca P. Kievski'nin yinelediği şey ve üstelik çarpıtarak yinelediği şey, işte herkesçe bilinen bu gerçektir. "Biz sosyalist sistemi" diye yazıyor Kievski, "o sistem içinde, devletin, nüfusun bir kesimi üzerinde öteki kesimin egemenlik aracı oluşu niteliğiyle ortadan kalktığı, kesinlikle demokratik [!!?], merkezi bir ekonomi sistemi olarak düşünüyoruz." Bu bir şaşkın deyiştir; çünkü demokrasi de "nüfusun bir kesimi üzerinde öteki kesimin egemenliği"dir; o da bir devlet şeklidir. Açıkça görülüyor ki, yazarımız, devletin çözülüp gözlerden silinmesiyle neyin kastedildiğini ve bu sürecin neyi gerektirdiğini anlamamıştır. 

Ancak, asıl önemli nokta, onun sosyalist devrim çağına ilişkin "itirazları"dır. Yazar bizi "kendi kaderini tayin hakkının talmudcuları"[19*] diye adlandırıyor —ne korkutucu bir sıfat— ve şunları ekliyor: "Biz bu süreci [toplumsal devrim sürecini] bütün [!] ülkelerin, burjuva [!] devletlerin sınırlarını ortadan kaldıran, sınır karakollarını ["sınırları ortadan kaldırmaya" ek olarak] yıkan, ulusal birliği kökünden havaya uçurup [!] sınıf birliğini kuran proleterlerin birleşik eylemi olarak düşünüyoruz.

"Talmudcuları" yargılayan bu sert yargıcın öfkesi bir yana, söylemeliyiz ki, bu sözlerde birçok sözcük vardır, fakat "fikir" yoktur. 

Sosyalist devrim, bütün ülkeler proletaryalarının birleşik eylemi olamaz. Basit bir nedenle olamaz: ülkelerin çoğu ve dünya nüfusunun çoğunluğu kapitalist gelişme aşamasına ulaşmamıştır ya da henüz ulaşmıştır. Biz bunu, tezlerimizin altıncı bölümünde belirttik, fakat Kievski, ya dikkatsizlikle, ya da düşünme yeteneğinde olmadığı için, bu bölüme, bile bile, özellikle marksizmin çarpıtılmış karikatürünü reddetmek üzere, yer verdiğimize "dikkat etmemiştir". 

Sosyalizm için olgunlaşan ülkeler, yalnızca Batı Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın ileri ülkeleridir; Kievski, Engels'in Kautsky'ye yazdığı mektupta [20*] (Sotsial-Demokrata'da), "bütün ülkeler proletaryalarının birleşik eylemi"ni düşlemenin, sosyalizmi çıkmaz ayın son çarşambasına, yani sonsuza doğru ertelemek demekolduğunu ortaya koyan, vaat değil gerçek "fikrin" somut bir açıklamasını bulacaktır. 

Sosyalizm, bütün ülkelerin değil, ama ülkeler azınlığının, yani gelişmenin ileri kapitalist aşamasına ulaşmış ülkelerin proletaryalarının birleşik eylemiyle gerçekleştirilecektir. Kievski'nin hatasının nedeni, bunu anlamayışında yatıyor. Bu ileri ülkelerde (İngiltere, Fransa, Almanya, vb.) ulusal sorun çok önceleri çözümlenmiştir; ulusal birlik, uzun zaman önce, ömrünü doldurmuştur; nesnel olarak, başarılacak "genel ulusal amaçlar" kalmamıştır. Bundan ötürü, ulusal birliği "kökünden havaya uçurmak" ve sınıfsal birliği kurmak, şimdi ancak bu ülkelerde olanaklıdır. 

Gelişmemiş ülkeler ayrı bir konudur. Doğu Avrupa'nın tümü, bütün sömürgeler ve yarı-sömürgeler bu gruba girer. Bunlar (ikinci ve üçüncü tür ülkeler) tezlerin altıncı bölümünde ele alınmıştır. Bu bölgelerde, kural olarak, hâlâ ezilen ve kapitalist açıdan gelişmemiş uluslar vardır. Nesnel olarak, bu ulusların önünde henüz başarmaları gereken genel ulusal amaçlar, özellikle demokratik amaçlar, yabancı baskısının ortadan kaldırılması amaçları vardır. 

Engels, böyle uluslardan biri olarak Hindistan'ı örnek göstermiş, Hindistan'ın utkun sosyalizme karşı bir devrim yapabileceğini belirtmişti. Çünkü Engels, ileri ülkelerde zafer kazanan proletaryanın, belli demokratik gelişmeler olmaksızın, her yerde ulusal baskıya "otomatik olarak" son vereceğini düşleyen akılalmaz emperyalist ekonomizmden uzaktı. Utkun proletarya, zafer elde ettiği ülkeleri yeniden örgütleyecektir. Bu bir anda yapılamaz; burjuvazi de bir anda "yenik düşürülemez". Bunu, tezlerimizde düşünüp-taşınarak, bile bile ortaya koyduk; ama Kievski, bir kez daha, durup, bunu ulusal sorunla bağlantılı olarak neden ısrarla belirttiğimizi düşünmedi. 

İleri ülkeler proletaryası burjuvaziyi devirir ve onun karşı-devrim çabalarını boşa çıkarırken, az gelişmiş, baskı altındaki uluslar durup beklemezler, var olmaktan çıkmazlar, ortadan silinmezler. Bu uluslar, 1915-1916 savaşı gibi —ki bu, toplumsal devrimle karşılaştırılırsa ufak bir bunalımdır— burjuva emperyalist bunalımlardan, ayaklanmak için (sömürgeler ve İrlanda) yararlanırlarsa, kuşkusuz, başkaldırmak için, ileri ülkelerdeki iç savaş büyük bunalımından daha kolaylıkla yararlanacaklardır. 

Sosyalist devrim, ancak, ileri ülkelerde proletaryanın burjuvaziye karşı iç savaşıyla, gelişmemiş, geri ye ezilen uluslarda ulusal kurtuluş hareketi dahil, bir dizi demokratik ve devrimci hareketi içinde birleştiren bir çağ biçiminde sökün edebilir. 

Neden? Çünkü kapitalizm eşit olarak gelişmez ve nesnel gerçeklik, üst düzeyde gelişmiş kapitalist ulusların yanısıra ekonomik yönden bir parça gelişmiş ya da tümden gelişmemiş uluslarla karşıkarşıya olduğumuz gerçeğidir. P. Kievski toplumsal devrimin nesnel koşullarını, değişik ülkelerin iktisadi ergenliği açısından tahlil etmekte tümden başarısızlığa uğramıştır. Bizim, kendi kaderini tayin hakkını yakıştırmak üzere olaylar "uydurduğumuz" suçlaması, bu nedenle, yanlış kapı çalmaktır. 

Kievski, daha olumlu bir dava uğrunda gösterilmesi gereken bir çaba harcayarak, Marx'la Engels'in, "kişi kendi kafasından bir şeyler icadetmemeli, fakat mevcut maddi koşullarda kafasını" insanlığı toplumsal kötülüklerden kurtaracak araçları "keşfetmek üzere kullanmalı" şeklindeki sözlerini, arka arkaya yineliyor. Sık sık yinelenen bu sözleri okuduğum zaman, elimde olmadan, ardından kimsenin yas tutmadığı, müteveffa ekonomistleri anımsıyorum. Onlar da aynı usandırıcı tutumla, kapitalizmin Rusya'da zafer elde ettiği şeklindeki "yeni keşifleri"ni ısrarla öne sürerlerdi. Kievski bu alıntılarla bizi "vurmak" istiyor: Emperyalizm çağında, kendi kaderini tayin hakkını yakıştırmanın koşullarını, kendi kafamızdan uydurduğumuzu iddia ediyor. Ama onun kendi yazısında şu "ihtiyatsız itirafı" buluyoruz: 

"Ana vatanın savunulmasına karşı durduğumuz [italikler yazarın] gerçeği, ulusal başkaldırının bastırılmasına bütün gücümüzle (actively) direneceğimizi, böylece de amansız düşmanımız emperyalizmle savaşacağımızı çok açık biçimde gösterir" (Bölüm II., madde r). 

Bir yazarı eleştirmek için, onu yanıtlamak için, kişi, hiç değilse yazarın yazısındaki ana önermeyi tam olarak aktarmalıdır. Ama Kievski'nin önermelerinin tümünde, her tümcenin marksizmi çarpıtan iki ya da üç hatayı ya da mantıksızlığı içerdiğini görürsünüz. 

1) Kievski, ulusal ayaklanmanın aynı zamanda "ana vatan savunulması" demek olduğunun farkında değildir. Bir parça düşünülürse, bunun böyle olduğu açıkça görülecektir. çünkü her "ayaklanmış ulus" kendini, dilini, ülkesini, ana vatanını, ezen ulusa karşı "savunur". 

Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder; ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci, her zaman, ulusal ayaklanma eğilimi gösterir. Ezilen ulus burjuvazisinin (hele hele Avusturya ve Rusya'da) bir yandan pratikte, kendi halkından gizli olarak ve ona karşı, ezen ulusun burjuvazisi ile gerici anlaşmalara girerken, bir yandan da ulusal ayaklanmadan sözetmesi hiç de seyrek görülen bir şey değildir. Böyle durumlarda devrimci marksistler, eleştirilerini, ulusal harekete değil, ama onun alçaltılmasına, bayağılaştırılmasına, o hareketi küçük bir kavga düzeyine indirgeme eğilimlerine yöneltmelidirler. Yeri gelmişken söyleyelim, Avusturya'da ve Rusya'da birçok sosyal-demokrat, bunu gözden kaçırıyor ve küçük, bayağı ve kirli ulusal çekişmelere —örneğin iki dilde yazılan bir sokak tabelasında hangi dilin başta geleceği sorunundan çıkan tartışma ve kavgalara— duyduğu haklı nefretle, ulusal savaşımı desteklemeyi reddediyor. Örneğin, Monako Prensliğinde bir cumhuriyetçilik güldürüsünü, ya da Güney Amerika'nın ya da bazı Pasifik adalarının küçük devletlerinde "generaller"in, "cumhuriyetçi" serüvenlerini "desteklemeyeceğiz". Ama bu, ciddi demokratik ve sosyalist hareketler için, cumhuriyet sloganını bir yana koymaya izin verildiği anlamına gelmez. Rusya'yla Avusturya'daki kirli ulusal kavgaları ve çekişmeli pazarlıkları alaya almalıyız ve alıyoruz. Ama bu, uluslara yapılan baskıya karşı ciddi bir halk kalkışmasına ya da ulusal bir ayaklanmaya destek gösterilmemesine izin verileceği anlamına gelmez. 

2) Eğer "emperyalist çağ"da ulusal ayaklanmalar olanaksızsa, Kievski'nin böyle ayaklanmalardan sözetmeye hakkı yoktur. Eğer bu ayaklanmalar olanaklıysa o zaman da, "bircilik" hakkında öne sürdüğü inceden inceye örülmüş sözleri ve bizim emperyalizmde, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin olarak örnekler "icat ettiğimiz"e, vb. ilişkin sözleri sapır sapır dökülür. Kievski, kendi savlarını kendisi yere vuruyor. 

Eğer "ulusal başkaldırı"nın —Kievski'nin "kendisi" böyle bir durumun olanaklı olduğunu düşünüyor— bastırılmasına bütün gücümüzle direneceğiz" dersek, bu ne demektir?

Bu, eylem iki yönlü demektir, ya da yazarımızın yanlış kullandığı felsefe terimini aynı yanlışlıkla kullanırsak "ikici" demektir: 

(a) Birincisi, ezen ulusa karşı, ulusal olarak ezilen proletaryanın ve köylülerin, ulusal olarak ezilen burjuvaziyle ortaklaşa girişeceği "eylem"i demektir; 
(b) ikincisi, ezen ulusun içindeki proletaryanın ya da onun sınıf bilinci taşıyan kesiminin, o ulusun burjuvazisine ve onun ardından giden bütün öğelere karşı girişeceği "eylem" demektir

P. Kievski'nin "ulusal blok"a, ulusal "düşler"e, ulusalcılık "zehiri"ne, "ulusal nefretin körüklenmesi"ne karşı kullandığı sayısız sözlerin hiç bir anlamı yoktur. Çünkü Kievski ezen uluslar proletaryasına (anımsayalım ki, bu proletaryayı, Kievski ciddi bir güç olarak görmektedir), "ulusal başkaldırının bastırılmasına bütün gücüyle direnmeyi" öğütlerken, ulusal nefreti körüklüyor ve ezilen uluslar işçilerinin "burjuvaziyle bir blok" kurmasını destekliyor. 

3) Eğer emperyalizmde ulusal başkaldırı olanaklıysa ulusal savaşlar da olanaklıdır. Bu ikisi arasında maddi siyasal hiç bir fark yoktur. Askeri tarihi yazanlar, başkaldırıları savaş kategorisine sokarken çok haklıdırlar. Kievski yalnızca kendisini çürütmekle kalmıyor, ama emperyalizmde ulusal savaşlar olasılığını yadsıyan Internationalegrubunu ve Junius'u [29] da farkına varmadan çürütüyor. Emperyalizmde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını yadsımanın, akla sığar tek teorik temeli, işte bu yadsımadır [emperyalizmde ulusal savaşlar olasılığını yadsımadır -ç.]. 

4) Peki, "ulusal" ayaklanma nedir? Ezilen ulusun siyasal bağımsızlığını elde etmesi, yani ayrı bir ulusal devlet kurulmasını amaçlayan bir ayaklanmadır. 

Ezen ulusun proletaryası (yazarımızın haklı olarak varsaydığı üzere emperyalist çağda) ciddi bir güçse, bu gücün "ulusal başkaldırının bastırılmasına bütün gücüyle direnme" azmi, ayrı bir ulusal devlet yaratılmasına yardım etme anlamına gelmez mi? Elbette gelir. 

Bizim yiğit yazarımız, her ne kadar, kendi kaderini tayin hakkının "elde edilebilirliği"ni yadsıyorsa da, şimdi ileri ülkelerin sınıf bilinci taşıyan proletaryasının, bu "elde edilemez" amacı elde etmeye yardımcı olmasını savunuyor! 

5) "Biz", ulusal bir başkaldırının bastırılmasına neden "bütün gücümüzle direnmeliyiz"? Kievski yalnızca bir neden ileri sürüyor: "... böylece amansız düşmanımız emperyalizmle savaşacağız." Bu savın bütün gücü, kuvvetli "amansız" sözcüğündedir. Bu, onun, güçlü savlar yerine güçlü sözcüklere, "burjuvazinin titreyen gövdesine kazık çakmak" gibi tantanalı ve Aleksinski'nin kullandığı türden sözlere duyduğu eğilime uygundur. 

Ama Kievski'nin bu savı yanlıştır. Emperyalizm, bizim kapitalizm kadar "amansız" düşmanımızdır. Bu böyledir. Ne var ki hiç bir marksist, feodalizmle karşılaştırıldığı zaman kapitalizmin ilerletici olduğunu, tekelcilik öncesi kapitalizmle karşılaştırıldığı zaman emperyalizmin ilerletici olduğunu unutmayacaktır. Bundan çıkacak sonuç, bizim, emperyalizme karşı her savaşımı desteklememizin gerekmediğidir. Gerici sınıfların emperyalizme karşı savaşımını desteklemeyeceğiz. Gerici sınıfların emperyalizme ve kapitalizme karşı başkaldırısını desteklemeyeceğiz. 

Sonuç olarak, yazar bir kez ezilen bir ulusun ayaklanmasını destekleme (bastırmaya "bütün gücüyle direnmek" ayaklanmayı desteklemek demektir) gereğini itiraf ettiği zaman, ulusal başkaldırının ilerletici olduğunu, başarılı bir ayaklanmanın doğuracağı ayrı ve yeni bir devlet, yeni sınırlar, vb. kurulmasının ilerletici olduğunu da itiraf etmiş oluyor. 

Yazar siyasal savlarının hiç birinde tutarlı değildir. Bizim tezlerimizin Vorbote'nin 2. sayısında yayınlanmasından sonra ortaya çıkan 1916 İrlanda ayaklanması, yeri gelmişken söyleyelim, Avrupa'da bile ulusal ayaklanmalar olasılığından sözetmenin aylakça konuşmak olmadığını kanıtlamıştır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.